A fictional Dystopia is better than a fake Utopia. – Robert Friedrich
Ütopya denince akla güzellikleri ve “cenneti” andıran bir tablo gelir. İyi olmasını dilediğimiz ardı ardına kesilmeyen mutluluğun, huzurun ve renklerin bir anda gözümüzün önüne gelmesi de cabasıdır. Ütopya dendiğinde akla gelen birçok eser vardır.Bacon’un Yeni Atlantis’i, Campanella’dan Güneş Ülkesi, Etienne Cabet’in Icaria’ya Yolculuk…
Ütopya kelimesi ilk olarak Thomas More’un 1517 yılında yazdığı “De Optimo Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia” yani “Utopia” adlı eserinde yer almıştır. Peki bu gerçekten ütopyanın doğuşu mudur? Aslında günümüze ulaşan ilk ütopya örneği Platon’un Devlet’idir. Platon, Devlet’i yaklaşık olarak M.Ö 375’li yıllarda kaleme almıştır.
Devlet’te anlatılan “ideal devlet” fikri günümüze zaman zaman uzak, zaman zaman yakın görülebilen totaliter rejime yakın bir devlet yapısını ortaya koyar. Bu sebeple, belki günümüz için bir ütopyadan çok distopyayı andırır denebilir. Devlet, günümüze ulaşan; toplum bilincini akıllara kazıyan ilk ütopya olarak tarihe geçmiştir. Platon “ideal devlet” yapısını yeteneklerine göre ayrılmış üç toplumsal sınıfla özetler. Buna göre insanlar yeteneklerine göre; bilgili, cesur ve becerikli olarak ayrıştırılmıştır. Bu ayrım tabii ki yanında farklılaştırmayı, yabancılaştırmayı da beraberinde getirir. Bu insanların hakları, mal varlıkları ve aile yapıları bulundukları sınıfa göre karamsarlaşabilir. Devlet’te gözle görülür, gücünden söz edilebilecek bir devlet yapısı olmasa da, bir yönetici gücün varlığından bahsedilebilir. Bir grubun yönetici durumda olduğu, başka grupların haklarını belirleme mesuliyeti olduğu bu “ideal devlet” yapısı günümüzde ne kadar ütopiktir? Platon’un “ideal devleti” totaliter bir devlet fikrini andırır. Bu da, kimine göre karamsar, kimine göre gerçekçi; kimine göreyse iyimser olarak yorumlanabilir. Bu durumda ütopya ile distopyanın anlam ikizi olduğundan, iç içe geçmiş iki kavram olmasından ve bağlama göre eş anlamlılığından bahsetmek mümkün müdür?
Distopya Kavramı ve Anlamı
Distopya (Yunanca Dystopia) anti-ütopya ve olumlu dünya anlayışının anti-tezi olarak akla gelir. Yunanca dys/dis, “kötü”, “hastalıklı” ya da “anormal” anlamını taşır. Ou ise “yok”, “değil” anlamındadır. Eutopia kelimesi de “güzel yer” anlamına gelmektedir. Yani distopya “hastalıklı, gerçek olmayan yer” anlamındadır. Distopya dendiğinde akla gelen birçok akıl zorlayıcı eser anımsanabilir. Zamyatin’in Biz’inden, Orwell’in 1984’üne… Burgess’in Otomatik Portakal’ından, Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına…
Yirminci yüzyıl distopyalar çağıdır. – John Stuart Mill
Distopya aslında ilk kez bir propaganda esnasında muhaliflerle münakaşa edilirken kullanılan bir terimdir. Bu propaganda da (1868’de) “distopya” kelimesinin, İngiliz ekonomist John Stuart Mill tarafından kullnıldığı bilinmektedir.
Distopya ve Ütopya’nın Birleştiği Nokta: Cesur Yeni Dünya
Aldous Huxley’in 1932 yılında yayımlanmış eseri Cesur Yeni Dünya, türü bakımından distopya olarak bilinir. Klasik distopyalara göre yumuşak dilli olan, keskin hatları ve yargıları barındırmayan eser; bazıları için adeta bir ütopya olarak sınıflandırılabilir. Sahte mutluluklar, sınıfların kendi aralarında tektipleşmesi ve Fordizm, kitabın ana hatlarını oluşturmaktadır. Cesur Yeni Dünya’da insanlığın da ötesine geçen bir robotlaşma ve “delta, alfa, epsilon…” gibi doğmadan önce kodlanmış insani özelliklerden bahsedilir. Bu sınıflandırma aynı Feodalizm’de olduğu gibi yukarıdan aşağı: Alfa, Beta, Gama, Delta ve Epsilon olarak ayrıştırılmıştır. Bu ayrıma göre epsilonlar vasıf gerektirmeyen işlerde çalışan, insani özellikleri neredeyse yok denecek kadar az olan insanlardır. Delta ve epsilonlar halkın mutlu olan, dertsiz ve mutluluğu anlamlandıramayacak kadar vasfı olmayan insanları olarak yorumlanır. Bu sınıflara ek olarak bir de vahşiler olarak ayrıştırılan “ayrıkbölge” olarak dışlanan bir grup daha vardır. Bu grupta haklar, üreme, yaşam ve çalışma biçimi eski yaşamda (günümüz) olduğu gibidir.
Bu bağlamda insani özelliklerini kaybetmiş bir grup insanın mutluluk içerisinde yaşadığı dünyada Huxley, More veya Orwell gibi katı siyasi rejim veya bilgelerin varlığından söz etmemiştir. Huxley’e göre distopya/ütopya insanların benliğinin yok edilmesiyle başlar. Aynı Matrix evreninde olduğu gibi sahte mutluluk ütopya mıdır yoksa distopyaların en yok edicisi midir sorusu ütopya ile distopya algısının insanın “kendisi” ile sınırlı olduğunu gösterir.