Yazlık

Birlikte büyüdüğüm ve o güne dek hayatımın her yılında tanıdığım kokular ve sesler birden bana düşman kesilmiş ve o yaz yaşanan olayların rengini sonsuza dek taşıyan bir ton edinmişti.

Koyu bir ton. Koyu. Hatta kapkara bir ton. Düşman kesilmiş kokular ve sesler birleşip bana en korktuğum şeyi hatırlatır olmuştu artık. Karanlığı.

Yaz günüydü. Şile’deki yazlığımıza yeniden, bütün bir yaz tatilimizi geçirmeye gitmiştik. Her güzel şey kendini ilk günlerde bırakırken, birkaç gün sonra aynılığından sıkılmaya başladığımız tatilimizde, bu sefer her güzel şey kendini ilk günlerde bırakmamıştı. Bütün bir yaza dağılmıştı sanki.

Sabahın sakin sesleri, akşama doğru hareketlenmeye başlayan yazlıkçıların hafif gürültüsüne bırakıyordu kendini. Önceleri çok önemsemediğim bu sesler, o geldikten sonra dikkatimi verdiğim en önemli uyarıcılardan biri haline gelmişti. 

Yanımızdaki boş eve yeni birileri taşınmıştı. Bunu annem ve babam kahvaltı masasında dağınık bir halde ve dağınık bir ses tonuyla konuşurlarken duymuştum ilk kez. Çok önemsememiştim, ta ki birkaç saat sonra odamın camından boş eve taşınan kişileri görene dek.

Yeni taşınan komşularımızın benden dört veya beş yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim oğullarını görmüştüm. Ve güzelliği karşısında adeta büyülenmiştim. Onun benim oyun arkadaşım olacağı fikrinin ise, heyecandan çişim geldiğinde bütün vücuduma yayıldığını anlamıştım.

Çok vakit geçmeden yeni komşularımızla tanıştık. Zamanla birbirimize gelip gitmelerimiz artmıştı. Her gün toplanır olmuştuk. Sabahın sakin sesleri onlar bize geldiğinde hafif bir gürültüye bırakıyordu kendini. Ben de ona.

Kendimi ona bırakıp yüzünde bir gülümseme görmek için halden hale giriyordum. Yüzünde gülümsemeyi gördüğüm an bir zafer kazanmışçasına seviniyordum.

Yaz tatilinin sonuna yaklaşırken, yine onun gülüşünü yakalamaya çalıştığım bir akşamdı. Güldü. Dayanamayıp, güldüğünde yanağında oluşan çizginin üzerinden öptüm. Üstelik bu çizgi dudaklarına o kadar yakındı ki biraz dudağına bile değdi dudaklarım. Kalbim, beynim, avuç içlerim, her yerim güm güm atmaya başlamıştı o an sanki. Uzaktan bizi izleyen babam ise gelip onu öptüğümde yanağımda oluşan çizginin üzerine bir tokat yapıştırdı. Oğlu onu utandırmıştı. Bir erkekle bir erkeğin birbirini sevemeyeceğinin nutuklarını ilk defa o tokattan sonra duymaya başlamıştım.

Yazın son günleri onsuz kalmış, yüzümdeki çizgiler bir ton acıyla dolmuştu. Renkler ve sesler kendini tek bir tona, siyaha, karanlığa bırakmıştı.