C’nin En Sevdiği Gün

C’nin en sevdiği gün şüphesiz cumartesi günüydü. Hafta içi Daire’de uğraştığı onca fikir yazısının beyninde bıraktığı uyuşmayı bir nebze de olsa cumartesi günleri atlatabiliyordu. Ayrıca hafta içinde uyandığı, güneşi bile göremediği erken saatlerin ardından sabah sekizde uyanıp tek tük de olsa insanların doldurduğu sokağa bakarak kahve içmek ona göre hayatının en güzel aktivitesiydi. Tabii ki cumartesi gününün özel başka bir yanı daha vardı. C, Daire Başkanı tarafından çok özel bir göreve alınmıştı. Düzeltme Refah Odası’nın uzun yıllardır başkanı olan C, Daire’nin belki de en önemli işini yapmaya, stajyerleri eğitmeye başlamıştı. Gelen gençlere nasıl yazı düzenlendiğini, hangi kitapların basıma gideceğini, hangi makale sahipleriyle iletişime geçileceği ve Toplum Refah Odası’nın yazarları nasıl düzenlemeye ikna ettiğini tek tek anlatıyordu. Gençlerin tüm bu paslanmaz düzene ilgi duymaları ve yardımda bulunmak istemeleri C’yi çok etkiliyordu. Bir çocuğu olmuş olsaydı kesin cumartesi günleri sadece arkadaşlarıyla boş boş dolaşanlardan değil eğitim verdiği bu parlak zekalardan birisi olacağından emindi. C, İhtilal Caddesi’ndeki müdavimi olduğu kahveciden yeni çektirdiği kahvesini demledi ve koltuğuna yerleşti.

 Karşısında televizyon yerine camın ardında doğaçlama bir tiyatro gibi akan sokak vardı. Geçen her bir insanı dikkatle süzmeye başladı C. Küçük kızın elini tutan genç kadının hızlı adımları ve bu şiddetle kızın üstüne iki beden büyük gelen kabanı içerisinde savrulması, tam onların arkasında tek bir noktaya bakmaya ölüm yemini etmiş subayın mimiksiz yüzü, çöpleri bir kır bahçesindeymiş gibi huzurla ayıran Uygunsuzlar’dan birisi, insanların ona tiksinti dolu bakışlarını saklamaya tenezzül etmeden markete, kuaföre ya da kasaba dik başlarıyla girmeleri. C, her şeyi bu pencerenin ardından görebiliyordu. Sabah vakti yaşadığı sokakta bir Uygunsuz görmek canını sıkmıştı. Sokaktaki insanlar gibi burun kenarlarını tiksintiyle kırıştırdı. Sadece böyle insanların yaşadığı çevreye kadar gelebilmelerine değil, kendilerini cumartesi sabahı sokaklara atmış bu en azından Uygunsuzlar gibi çöp yemeyen yarı cahillerin küçük hayatlarında mutluymuş gibi çocuklarını çekiştirip, eşlerini sıkıştırmaları C’ye çok üzücü geliyordu. Kahvesinin aromatik baharat kokusu ona yıllar önce egzotik adalardan oluşan İkinci Kıta’ya yaptığı yolculuğu anımsatmıştı. Bürokrat olarak farklı kültürleri öğrenmek ve herkesin yerinde ulaşamayacağı bu engin bilgileri ulu devletine aktarmak için seçilen beşinci üniversite öğrencisiydi. Komodinin hemen hizasında duvara bir daha indirilmemek üzere çivilenmiş Bürokrat Öğrenci madalyasına gururla baktı C. Komodinin üstündeki pikaba yöneldi ve Dvorak’ın 9. Senfonisi’nin plağını koydu. Hazırlanmaya odasına giderken madalyasının tozunu alması gerektiğini kendine hatırlattı.

C, ders vermeye Daire’nin özel toplantı, sunum ve etkinliler için birkaç yıl önce inşa ettirdiği Yeşil Bina’daki ofisine gitmek için hazırlanmaya başladı. Muhterem Daire Başkanı onuncu kattaki geniş bir odayı C’ye tahsis etmişti. Başkanın inceliğinden o kadar mahcup olmuştu ki C, iki elini kalbine koyup gövdesini olabildiğince aşağı eğmişti. Aynı üniversitede üç dönem üstüydü Başkan ve o zaman da ona hayranlık duyardı. Aldıkları tek ortak ders Politika dersiydi ve rejimlerle ilgili çok başarılı bir sunum yapmıştı o zamanın müstakbel başkanı. C onunla arkadaş olmanın fırsatı hiç bulamamıştı. Hep kitaplar, makaleler, yazılacak ve düzenlenecek metinlerin girdabında kampüste bir o yana bir bu yana tek başına dolaşırdı. Tabii, arkadaş edinip serserilik yapsaydı nasıl Bürokrat olarak seçilip Düzeltme Refah Odası’nın en başarılı editörü olabilirdi ki? Koyu yeşil süveterinin içine su yeşili çizgileri olan gömleğini, toprak rengi pantolonunu ve kaşe kabanını giyip aynanın karşısına geçti. Engelya’nın göz kamaştırıcı butiklerinin birinden aldığı vizon rengi fötr şapkasını da takmak istiyordu. Engelya’da gittiği o muhteşem Burlesque kulübü gecesini hatırladı aniden. Gülümsemesini durduramadı. Fötr’ünü taktı, pikabı kapattı, kahve bardağını lavabonun içine bıraktı, kapıyı kapattı ve üç kere kilitledi.

Yeşil Bina’nın geniş giriş kapısı her zaman çok hoşuna giderdi. Memuriyet işleri için gelen halkın soldaki gri ve dar kapıdan geçmesi gerektiği için, bu görkemli yer sadece C gibi çalışanlara kalıyordu. Havanın griliği öğleden sonra kesinlikle yağmur yağacağına işaret ediyordu fakat C kendini çok iyi hissediyordu. Hiçbir yağmur damlasının moralini bozamayacağını biliyordu. Asansörle onuncu kata çıktı ve kapı açılır açılmaz burnuna çok güzel bir koku doldu. C, daha koridorda yürürken lavanta ve arka notalarında onu takip eden adını çıkartamadığı başka bir çiçek kokusundan mayışmıştı. Camında isminin onun rica ettiği fontta yazılı olmasıyla, büyük maun masa önündeki küçük sandalyelerle, duvardan duvara kitaplık, yeşil ve odun dokusunun hakim olduğu mobilyalar ve en önemlisi binanın arkasındaki gizli bahçeyi gören manzarasıyla C, kendi için mükemmel bir yer yaratmak isteseydi kesinlikle hayallerini süsleyen oda burası olurdu. Sandalyesine oturdu ve bu haftanın ders notlarını önüne çıkarttı. Öğrenciler her an gelebilirlerdi. 

“Öğrenci 15, senin düşüncelerin neler?” Saçlarına olabildiğince ıslak görünüm vererek arkaya doğru taramış yeşil gözlü çocuk boğazını temizledi. “Profesör öncelikle şunu belirtmeliyim ki genel tarama yapmak çok önemli. Yasaklanan makaleler arasından da düzgün konular çıkabiliyor. Bu konuları alıp uygun yazarlardan basım için malzeme isteyebiliriz. Çünkü siz de çok iyi biliyorsunuz ki suçlu sayılan yazarları sansürle yayınlamak onların adını bir kez daha anmak ve bağlı oldukları zümrelerde onları yüceltmek anlamına da geliyor.” Öğrenci 15’in zümrüt rengindeki gözlerinde bir kıvılcım gördü C. Daha önceden tanık olduğu, yakinen bildiği bir kıvılcımdı bu. C, kafasını memnuniyetle salladı. “Haklısın, Öğrenci 15.” Öğrenci 27’nin kaşlarının bir anlık havaya kalkıp indiğini gördü C. Ne demek şimdi bu, diye düşündü editör. Geçen haftanın notlarını incelerken, “Öğrenci 32, geçen hafta propaganda yazısıyla ilgili konuşmak istediğini söylemiştin fakat vakit yetmemişti. Şimdi seni dinleyebiliriz.” 32, biraz heyecanlı görünüyordu. Ellerini nereye koyacağını bilemedi. “Teşekkür ederim, Profesör. Ulusal Kanal’da yayımlanan propaganda gerçekten çok iyi. Genç neslin ve çiçekli bir alanın kullanılması insanların güvende hissetmesini çok güzel sağlıyor fakat bunu basılı yayında okura geçirmekte bence zorluk yaşıyoruz. Örneğin, ‘Güven, emekten doğan bir tözdür’, cümlesi sizin ya da benim gibi insanların geldiği kesim için anlamlıyken ve birleştiriciyken; Uygunsuz olmaya eğilimli daha düşük kesimler için ne anlam ifade etmektedir? Mesela töz ne demektir biliyorlar mı acaba? Eğer bir propaganda yapmak ya da doğru yol mesajı vermek istiyorsak en azından dilde biraz daha oynayabiliriz diye düşünüyorum.” C, kafasını sallayarak sakallarını karıştırıyordu. “Anlayabiliyorum seni Öğrenci 32. Düşünme tarzını sevdim. Bu fikrini Daire Başkanı’na taşımak istersen yarın masama bir dilekçe bırak, ben de kendilerine iletirim.” 32’nin yüzü aydınlandı. “Tabii, efendim. Teşekkür ederim.” C, memnuniyetle kafasını salladı. Bu heyecanlı genç çok hoşuna gidiyordu. Hem hevesli hem de zekiydi. Kendi gençliğini hatırladı C. Öğrenci 27 oturduğu sandalyede kıpırdandı. 

Öğrenci 88, “Profesör, bana da geçen hafta bülten sonu için teşekkür yazısını vermiştiniz.” C, geniş masasının arkasında yakın gözlüğünü takmış, öğrenciler hakkındaki bildirimlerini Daire Başkanı’na vermek üzere not ediyordu. Yazmaya devam ederken Öğrenci 88’e gülümsedi. “Doğru, teşekkür yazımız vardı. Umarım Yüce İdareci’nin bu ayki icraatlarını yakından takip etmişsindir. Oku bakalım.”

Öğrenci 88, okumaya başladı:

“Saygı Değer Yüce İdareci, Daire Başkanı ve Oda Başkanları,

Bu ay, her ay olduğu gibi Milli bülten için yaptığınız bağışlar ve yardımlar için size müteşekkiriz. Oda Başkanlarının ve Daire Başkanının temiz ve düzgün bilgi aktarımı için büyük uğraşlarımızı kayıtsız bırakmamaları, Yüce İdareci’nin onlara verdiği kutsal yetkiyi toplumun bekası için kullanmaya devam etmelerini temenni ederiz. 

Yüce İdareci’nin bu ay içerisinde yaptığı icraatlara; Uygunsuzlar için şehir dışına kurulan on altıncı köye, belirli semtlerde yaşayan vatandaşlara indirim kuponuna, Uygunsuzları şehir içindeki varlığını dair bir düzenleme tasarısının 60. nüshasına ve bu düzene yardımcı olacak yeni bekçi birliğine, gelir düzeyi ibrazını zamanında yapanlara kira yardımına, şehir içerisinde Uygunsuzlara ait olan bir sokak kurulması iznine şükranlarımızı sunarız. 

Siz değerli okuyucularımızı bir sonraki bültenlerimizde tekrar görmeyi dileriz.

Millet bülteni ve gazetesi Yayın Ekibi”

C, göğsünde bağladığı kollarını çözdü ve küçük bir alkış sesi çıkarttı. “Bravo, Öğrenci 88. Daha önceki bültenleri okuduğun belli. İyi iş çıkartmışsın. Hemen yazıyı düzenlemem için yarın son halini masama bırak. Basıma yetiştirelim. O zaman bu ayın bülteninin tüm içerikleri, propagandası ve teşekkür yazısı hazır diyebiliriz.” Öğrenci 27 boğazını temizdi. “Profesör, bir soru sorabilir miyim?” C, kafasını kaldırdığında bir türlü sevemediği bu öğrencinin el kaldırdığını gördü. “Tabii, Öğrenci 27 sor.” Çocuk sandalyesinde biraz daha öne geldi. “Teşekkür mektubumuzda icraatları saymamızı tabii ki anlıyorum fakat bu bülteni okuyan vatandaşların Uygunsuzlar hakkında bu kadar şey bilmek istemesi normal mi?” C, ciddi profesör tavrını takındı. “Bu topraklarda olan her bir olayı bu topraklarda vergilerini verip arzu edilen hayat koşullarını sağlayabilen, belirlenmiş seviyeyi koruyabilen örnek vatandaşların bilmesi haktır.” Öğrenci 27 kafası karışmış gibi kaşlarını çattı ve C’nin konuşmasına izin vermedi. “Tabii ki. Tabii ki. Bu konuda çok haklısınız. Fakat dikkat ediyorsanız sadece Uygunsuzlarla ilgili haber yapıp, teşekkür ediyoruz. Öğrenci 32 gibi ben de bülten de bir yenilik yapılması fikrini size önermek istiyorum. Başka suç işleyen insanlar yok mu? Bunun haberlerini yapsak. Sizce de Uygunsuzlar hakkında yeterince konuşmadık mı?” C, gözlüğünü ve kalemini bir kenara itti. “Yeterince konuşulduğunu düşünmüyorum Öğrenci 27. Onlardan başka kim suç işliyor sence? Çöpleri karıştıran, insanların rızkını çalan, onlara kötü laf söyleyen, güzel meydanlarda o pis ağızlarıyla protestolar yapmaya çalışan, huzuru bozan bir topluluktan bahsediyoruz. Ben onlar dışında suç işleyen başka kimse tanımıyorum?” 

Öğrenci 27 kıpkırmızı olmuştu. Fakat bu utançtan değil birazdan yapacağı şeyi düşündükçe damarlarında akan kanın kızgın bir yağ gibi kaynamaya başlamasından kaynaklanıyordu. C konuşmaya devam etti. “Kıymetli ailenin Toplum Refah Odası’na yaptığı bağışlar ve katkılarına baktığımda senin bu çıkışmanı anlayamadım doğrusu Öğrenci 27. Bu tavrının bildirileceğini bilmeni isterim. Ders bitmiştir. Haftaya görüşürüz.” C, çocuk orada yokmuş gibi davranarak toparlanmaya başladı. Öğrenci 27 sandalyeden hırsla kalktı. “O insanlar aç, profesör. Sebebi de sizlersiniz. Tek-tipleştirme propagandanıza karşı çıktılar diye sizden yetenekli insanları belirli bir ortalama vatandaş sınırının altında bıraktınız. Bu çizgiyi yaratma sebebiniz çalışmayan tembel insanları toplumdan uzaklaştırmaktı. Sokağa çık ve bak C, o kadar fazla insan tembel olamaz. Kendinizce bir çalışkan burjuva sınıfı yaratmaya çalıştınız ki yüksek zümre olan sizlere tapsınlar diye. Size imrensinler, sizin gibi saraylarda yaşasınlar diye onlara umut verdiniz. Ama bir grup insan ve onların çocukları dışında bu ülkede kim istediği gibi hareket edebiliyor C, söylesene? Kaç kişi bu ülke dışına çıkabildi, kaç kişi sizin verdiğiniz izin günlerinde istedikleri şeyleri yapabildi? Fakir olanları daha da fakirleştirip yokmuş gibi davranma fikri kimin aklından çıktı? Verilen paralarla tam olarak ne yapıyorsunuz, he? Cevap versene. Gece rahat uyuyabiliyor musun? Örnek toplum diye övdüğün yalakaların yeni diktiğiniz binalar arasında tüm salaklıklarıyla dolaşmasına göz yumarken onlarca gazeteci, doktor, oyuncu, yazar ve daha birçoklarını sırf yeni iktidarı eleştirdiler diye sınır altı vatandaş ilan ettiniz. Onları almaları gereken onca hizmetten, barınmadan, yemekten mahrum bırakarak gece nasıl huzurlu olabiliyorsun? Uygunsuzlardan başka suçlu mu arıyorsun? İşte, ona bakıyorum şu an. Arkadaşımın gazeteci babasının intihar etmesine sebep oldun. Sen ve senin çok bilmiş yandaşların bir adamı açlık ve sefalet içine atmayı doğru buldunuz. O çocuğun seni öldürmeye cesareti yok fakat ben hem çok iyi bir arkadaşım hem de bu toplumda artık yerim yok.” Sonlara doğru çocuk artık bağırıyordu. Diğer çocuklar odanın tek bir köşesine korkuyla yığılmış C’den gelecek cevabı bekliyorlardı. C, korkutucu derecede sakindi, derin bir nefes verdi. “Matthias, anlıyorum ki yanlış insanlarla arkadaşlık kurmuşsun. Babana saygımdan seni son kez uyarıyorum. Burayı terk etmezsen özel güvenlik sana hiç de iyi şeyler yapmayacak.” Çocuk güldü. C, hayatında ilk defa bir insanın gözlerinden bu kadar korkmuştu. “Çağır tabii çok güvendiğin özel güvenliği. O beceriksiz herifler gelene kadar ölmüş olacaksın zaten.” Matthias cebinden silahını çıkarttı ve gözünü kırpmadan C’nin karaciğerinde bir delik açtı. 

Mart 2022