Sıradan Bir Gece

Trenin geliş süresine 15 dakika daha eklendi. İstasyonda kucağında bir demet çiçek olan bir adam, bir de tavşan kostümü içerisinde hayli uzun boylu birisi vardı. Boyu o kadar uzundu ki el ve ayak bilekleri olduğu gibi ortadaydı. Trenin rötar yaptığını fark edince kollarını yana açtı ve onu izlediğimize emin olarak bize döndü. Çiçekli adam hemen yanımdaki bankta oturuyordu. Şu an tavşan kostümlü adamın hayatında bir figürandık, çiçekli adam da bunun farkındaydı. O farklı, delidolu, çılgın ve umursamaz bir baş karakterdi. 

Tavşan adama ilgimi yitirince, zemine değecek kadar uzun olmadığımdan havada sallanan ayaklarıma baktım. “Boyuna aldanmamalı. Çocuk mezarı gibi ayakların,” derdi hep. Sanki onun istediği cici bici, tatlı kız imajından uzak olduğumu hep hissettirmek isterdi bana. Pos bıyıklarının altından, “Bu kız sınıfındaki kızlara neden benzemiyor Semra,” diye fısıldadığında, annemin mahcup bir şekilde kurduğu sofrayı başına geçirmek istedim. Nedense her anımızı unuturum ama o gün saçımdaki tokanın rengini, duvardaki çivi izini ya da çiğnediğim tatlı ekşi sakızın ağzımda bıraktığı kimyasal tadı bile asla unutmam. Kulağımdaki uğuldama yerini tatlı bir aleve bırakmıştı. Tren gelene kadar o da geçerdi zaten. 

Sol tarafımda oturan adamın kucağındaki çiçek düşünce kafamı o tarafa çevirdim. Ağladığını vakur yüzünün gölgesinde saklamaya çalışıyordu. Kalbimin ezildiğini hissettim. Umarım sadece sevgilisi tarafından terk edilmiştir diye düşündüm. Zor bir üçlüydük aslında. Bir kırık kalpli, bir darplı, bir de tavşan kostümlü tuhaf herif. Acaba gece trenini bekleyen sağ kaşı patlamış, üstü kan içinde, bankta sakince oturmuş bacaklarını sallayan bu kız hakkında onlar ne düşünüyorlardı? 

Tavşan adam oturduğum bankın diğer ucuna çöktü. Neresinden çıkardığını bilmediğim metal bir matara uzattı. “Zor bir gece, he?” diye sordu. 

Şimdi de benim ana karakter olma sıramdı sanırım. Samimi gelen donuk bir sesi vardı. Dövülmüş, minyon bir genç kadına kol kanat gererek hikâyemde var olmaya çalışan bir yan karakterdi o artık. “Hiç de bile. Gayet sıradan ve normal bir günün gecesi benim için,” deyip gülümsedim. 

Bacağını yukarı doğru katlayıp ayağını banka koydu ve kafasını dizine yasladı. Yüzündeki maskeye birkaç dakikadan fazla bakmak insanın sinirini bozuyordu. “Hadi ya! Anlatmak ister misin?” 

Kaç promildeydi bilmiyorum. Solumuzda kalan adam, kucağındaki güllerin yapraklarını etrafa saçma görevini tamamlayınca bize bakmaya başladı. “Tabii ki tavşan kostümlü adam. Gecenin ikisinde başka ne yapabilirim ki? İşte, günüm güzel geçti. Aylardır çalıştığım proje sunuldu. Herkes çok beğendi. Sonra işten bir saat kadar erken çıktım. Bu beni çok iyi hissettirdi. Sevgilimle birkaç kadeh bir şeyler içtikten sonra eve gittim. Ev halkı her zamanki yerlerinde, her zamanki uğraşlarındaydı. Hepsine tek tek sarıldım çünkü biliyordum ki bir daha onlara sarılmama izin vermeyecekti. Küçük kardeşimin gözlerinden öptüm. Biliyorum bu pek çok insana göre ayrılık demek ama öpmesem bile ona oldukça fazla benzeyen ablasını belki de bir daha hiç görmek istemeyecek hatta büyüyüp koca adam olduğunda benim ismimi bile anmayacak. Sonra oturdum, annem çay getirdi. İlk yudumlarını aldıktan sonra bir kadına âşık olduğumu ve yıllardır aslında bir ilişkimiz olduğunu söyledim. Şaka sandıkları sakin geçen bir on dakikadan sonra annem sinir krizi geçirdi, kardeşim hiçbir şey yapmadan sadece bana baktı, babam da beni dövüp evlatlıktan reddetti.” 

Kostümlü adam yüzündeki maskenin ağız kısmını biraz açıp mataradan, su olmadığını bildiğim sıvısını kana kana tüketti. “Doğrusunu söylemek gerekirse, daha sıradan ve sıkıcı bir gece bence de yaşamamışsındır,” dedi ve ayağa kalktı. “Yeni hayatında sana mutluluklar diliyorum. Bu sidik kokulu istasyonda daha fazla bekleyemem,” dedikten sonra gıcırdayan yürüyen merdivene ilerledi. Şimdi bankta oturan diğer adamla birlikte boş raylara bakıyorduk. Tabelada yanıp sönen varış saatine bir on dakika daha eklendiğini gördüm. Ayaklarımı sallayarak beklemeye devam ettim.