“İlk seferin mi?”
Sonuna kadar giden ahvalin bir çeşme başında turnanın oruç tutmasına ve elem veren azabın gölgesinde, gölgeme basmayan bireylere tahammül eden bir kimsenin ışığında yıkanıyorum. Bu yıkanmak ile yanıyorum, küllerimden doğmak için Bir’liğe merakımı azade hissetmek için vardığım duraklardan durasız kaçıyorum. Duraksız bir otobüs şoförü “İlk seferini” tamamlıyor, ben ise kendini göçten azade hisseden turnanın azabını çekiyorum. Üzülmek, kayda değer bir meladromun ilk nüvelerini verdiği iklimler cennetinde, altından ırmaklar akan cennette soğuk bir suya ihtiyaç duyuyorum. Günde beş vakit namaz kılar gibi seni düşünüyorum. Ah! İnci taneleri gibi dökülüyor yaşlar obruklarımdan. Evet! Şüphesiz Allah gönüllere perde indirmiştir. Perdenin arkasını merak ediyorum ve evet! Elmayı yiyorum. Cennetini düşlüyorum; düşler iken düşümde şeytan ile buluşuyorum; Havva’ya soruyorum, “İlk seferin mi?” Cevabını dinlemiyorum, elmayı ısırıyorum; Adem’in kaburgasından yaratılan Havva mıyım? Yok ise dağların doruklarında erkeklik için naralar atan Adem miyim? Bende ölen sensin.
Matta, 6:27’inci Bap: “Hangi biriniz kaygılanmak ile ömrünü bir anlık uzatabilir?“
Mezmurlar, 23:1’inci Bap: “Rabb çobanımdır, eksiğim olmaz!”
İlk seferin mi? Düşsel bir konçerto sekansında fidanların altına mayınlar döşüyorum.
“Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.
O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul.
Ve yalnız rabbine yönel.” (İnşirah 5:8)
Tedbil-i kıyafet gezen şahın şah damarını kesiyorum: Katil miyim? Tren raylarına benden önce atılman ilk seferin olmadığını göstergesi, bunu kabul ediyorum. Yeniden doğuyorum, doğadan doğuyorum; seni doğasıya seviyorum. Ah! Bir tanem. Haliç’te bir vapuru vuruyorlar dört kişi… Deli Cafer, Tayfur, Şaşı ve ben. Evet! Vapuru ben vuruyorum. Kendimi öldürüyorum.