…
Sekizinci seviye çok uzun ve prosedürel bir süreçti, bu yüzden illegal bir yol seçmek zorunda kaldım, zira odaya bir an önce ulaşmak istiyordum. Bunun için önce iz sürücüyü bulmam gerekiyordu. Gerçi onu bulmam biraz zor oldu fakat bağlantılarım sayesinde ulaşabildim.
İz sürücü Solaris’in yaratıcılarından biriydi. Tüm hayatını bu ideale vakfetmişti, tabii ondan önce aynı ideali paylaşan ve Solaris’e zemin hazırlayan başka üst insanların da çabası vardı buranın yaratılmasında, fakat asıl devrimi iz sürücü liderliğindeki bir avuç insan gerçekleştirmişti.
Onlara göre Solaris bir yeryüzü cenneti olacaktı ve bu, insanlık medeniyetinin ulaşabileceği son raddeydi belki de. Çok geçmeden insanlığın en kuytu dehlizlerinde sakladığı karanlık tarafına yenik düşeceğini bilmeden, Solaris’i inşa etmek için vargüçleriyle çalıştılar.
Fakat insanlara kurtuluş vaat eden bu ütopik düzen, karanlık bir çağın başlangıcı oldu. Bu karanlık o kadar hızlı çöktü ki gezegenimizin üzerine, kimse ne olduğunu anlayamadı bile.
Tekrar iz sürücüye dönmem lazım gelirse, beni dilek odasına götürmesini istediğimi duyunca önce biraz şaşırdı, zira benim odaya geçiş için kartım olduğunu biliyordu. Durumu kısaca izah ettim ve beni odaya kendi bildiği alternatif yollardan götürmesini istedim. Önce kabul etmedi fakat devrimci hareketin bir üyesi olduğumu bildiğinden ısrarıma daha fazla dayanamadı, zira bu karanlıktan çıkışın tek yolu olarak o da devrimci harekatı destekliyordu. Hazırlanması biraz vakit aldı, sonrasında yola koyulduk.
- Partiye nasıl sızdın?
- Örgüt uzun süredir bunun hazırlığını yapıyordu zaten, biraz zor oldu ama bir şekilde girdim işte, uzun hikaye.
- Fark ederlerse eğer, hayatına mâl olur biliyorsun değil mi? Hatta sadece senin de değil…
- Biliyorum elbette ama dilek odalarının giriş kartı sadece parti üyelerine veriliyor, bu kartı almanın tek yolu buydu, bunu sen de biliyorsun… değil mi…
Bir süre bakıştıktan sonra başımızı yere eğip yürümeye devam ettik, ikimiz de derin düşüncelere dalmıştık.
İz sürücü, yanıp yok olmuş evinin küllerinin üzerinde yürüyordu sanki. Her köşeye kederle bakıyordu. Sanırım o en büyük hayal kırığını anımsıyordu sürekli.
Solaris’i tamamladıktan sonra dilek odasına ilk kimin gireceği büyük bir tartışma konusu olmuştu, zira odaya girecek kişinin en derin arzusu gerçek olacaktı ve bunun ne derece etki yaratabileceği konusunda kimsenin net bir fikri yoktu. Aralarında en temkinlisi iz sürücüydü. Bir tek onun, bu muazzam eserin kıyamet gibi yıkıcı olabileceği konusunda korkuları vardı, fakat bunu kimseye belli etmemeye çalışıyordu. En son iz sürücünün de en yakın çalışma arkadaşı olan Franco’nun girmesi konusunda uzlaşmaya vardılar. Ve büyük savaş o içeri girdikten sonra patlak verdi, savaşın sonunda iki kutuplu dünyanın yerini tek kutuplu dünya aldı ve gezegenin yönetim merkezi Solaris oldu. Milyarlarca insan yoğun nükleer silah kullanımı sonucunda yok oldu ve Solaris’in dışında kalan tüm ülkelerin vatandaşları köleleştirildi. Franco’nun milliyetçi duygularının zayıf olduğu herkesçe biliniyordu, yalnız hümanist ve antimilitarist söylemleri çok daha ağır basıyordu her daim, fakat bu… bu inanılır gibi değildi. Bu çılgınca bir şeydi ve sanırım o bile bu arzusunun farkında değildi.
Bu kıyamet gibi yıkımın yaralarını sarmak için tekrar dilek odasının kullanılması gündeme geldi ama oda Franco’nun denetimine girmişti bile. Hem bu ilk tecrübeden sonra odaya tekrar birinin girme olasılığı dahi insanları ürkütmeye başlamıştı. Girse bile kimin gireceği konusundaki tartışmalar dinmek bilmez bir boyuttaydı.
- Bir şey sorabilir miyim?
- …
- Dilek odasına neden sen girmedin?
- Kendimden bile korktuğum için.
- Franco’ya güveniyor muydun peki?
- Evet.
- Ama tedirgindin o gün.
- İnsan doğasını anlamayacak kadar ahmak olmadığım içindir belki de.
- Öyleyse Solaris’i yaratmak için neden uğraştın bunca sene?
- …
Hep böyle soru mu soracaksın sen?
- … Peki, özür dilerim. Kusura bakma.
Sorduğum son soru aklına takılmış olacak ki üç beş adım kadar yürüdükten sonra;
- Bazen ümitvar olmaktan başka çaresi kalmıyor insanın, dedi. Ufak, çok ufak bir ümit kırıntısına tutunmak zorunda kalıyoruz bazen. Her ne kadar maviden bir maske ardına saklansa da,yıkımın eşiğine sürüse de, sen farkına varmadan yine de ümit etmekten vazgeçemiyoruz hiçbir zaman. Biliyorum, bu hiç rasyonel değil fakat rasyonaliteden ibaret olduğumuzu kim iddia edebilir ki?
Bunları söylerken bakışları boşluğa dalar, içindeki kendiyle konuşur gibiydi sanki… O kadar ki yolu bile karıştırır gibi oldu, biraz etrafa bakındıktan sonra bir koridorun girişine yöneldik. Çantasından bir anahtar çıkardı, eski tip anahtarlardandı bu, artık bunlar kullanılmıyordu, Solaris’te Leviathan iktidarı ele geçirdikten sonra tüm sistemi revize etmişti ve tüm giriş-çıkışları merkezi bir otoriteye bağlamıştı, yani kendi otoritesi altına.
Konusu açılmışken iktidarın Franco’dan Leviathan’a nasıl geçtiğini ve Solaris’in nasıl çok daha faşizan bir yönetim biçimine dönüştüğünü de anlatmak istiyorum.
Büyük felaket sonrası dünya nüfusu ciddi oranda azalmış ve gezegenin Solaris dışında kalan her yeri sefalete mahkum olmuştu. Zira Solaris’te belli bir refah ve zenginlik seviyesi oluşmuştu fakat bu zenginliği gezegenin geri kalan kısmına borçluydu. Dilek odasının denetimi de Franco’ya geçtiği için Solaris, Franco’nun hegomonyası altına girmişti. O dönemler Leviathan ise Franco’nun en güvendiği yardımcısıydı.
Yeni rejim böylece kendini var etmeye çalışırken, kurulmakta olan bu sistemde kendilerine hak ettikleri kadroların verilmediğini düşünen bürokratlar da, Franco’ya karşı sinsi bir ayaklanma hazırlığı içerisindeydiler. Franco bu isyancı gruba Leviathan’ın önderlik ettiğini öğrendiği vakit, Leviathan dilek odasını denetimi altına almıştı bile.
Önce Franco’ya yakın tüm devlet adamları tutuklanıp yüksek güvenlikli zindanlarda tecrit edildi, tüm muhalefet susturuldu ve Franco vatan haini olduğu gerekçesi ile idam edildi. Böylece Solaris’te sıkı bir dikta rejimi ilan edildi. Leviathan dizginleri eline aldıkça kudret, iliklerine kadar arzuladığı yegane ihtiras haline geliyordu. Ölünceye dek gücü elinde tutabilmek ve olası bir ayaklanmada iktidarın başkasının eline geçmesini önlemek için dilek odasını mühürleyip nispeten daha zayıf nitelikte ikincil dilek odaları oluşturdu ve çevresindeki bürokrat yöneticilerin kendisine koşulsuz biat etmelerini sağlamak için bu odaların giriş kartlarını Politbüro üyelerine zimmetledi. Yalnız odalar yine de Leviathan’ın denetimindeydi, odalara ondan izinsiz sinek dahi giremiyordu. Bu odaların yaratılması için önce iz sürcüyü görevlendirmişti fakat iz sürücü tüm baskılara rağmen bunu kabul etmemiş, tüm nüfuzuna rağmen Leviathan’ın gazabından kurtulamamış ve muhaliflerin bulunduğu tecrit zindanlarına gönderilmişti. İz sürücünün aksine, projede yer alan diğer seçilmiş kişiler bu odaları inşâ etmeyi kabul ettiler fakat iz sürücünün zindandan çıkarılmasını şart koştular. Bu, daha çok bir ricaydı gerçi, çünkü Solaris’te Leviathan’a şart koşabilecek pozisyonda değildi hiç kimse. Ancak Leviathan kısmen de olsa bu taleplerini kabul etti ve iz sürücüyü zindandan çıkarıp ölünceye dek yer altında yaşamaya mahkum etti. Bu projede yer alanlar ise hem güce biat etmiş hem de iz sürücüye vefa borçlarını ödemişlerdi, kendilerince tabii… Halbuki erdemli olmaktan çok uzaklardı artık ve elbette ki, kendilerinin de bilip en derinlerine gömdükleri bir hakikatti bu. Sonrasında ise mutlak denetim Leviathan’da olacak şekilde tüm odalar inşa edilmeye başlandı ve uzun uğraşlar sonucu bitirmeyi başardılar.
Böylece mutlak iktidar Leviathan’ın bünyesinde vücut bulmuştu, Politbüro da Solaris’in her bir köşesine uzanan elleri…
Gün geçtikçe Solaris’te yeni oligarklar doğuyor ve halk tedricen köleleşiyordu. Solaris halkının da gezegenin kalan kısmından bir farkı kalmamıştı artık, koca gezegende seçkin tek bir zümre kalmıştı, Politbüro…
Halktan kimseler her ne kadar içten içe reddetseler de, tüm bu ayrıcalıklardan faydalanabilmek için görünüşte Politbüro’nun ideolojisini benimsiyor, bu zihniyetin misyonerliğini yapıyordu. Zaten propogandaları tekrarlaya tekrarlaya ve rejimin ilkelerine ikincil dereceden rasyonel argümanlar üretmek zorunda kalarak, bir süre sonra bu ideoloji insanların benliklerinde kendiliğinden inkişaf etmeye başlıyor ve bu kimseler mütedeyyin bir edayla partinin sadık bir müridine dönüşüyorlardı yavaş yavaş. Hem de hiç farkına varmadan…
İşte bir yeryüzü cenneti yaratma idealiyle geçen bunca zamandan sonra Solaris, tedricen böyle karanlığa gömüldü ve kendiyle beraber tüm gezegeni de bu karanlığa mahkum etti. Hem de insanların ihtirasları…
- Hey, sana diyorum, duymuyor musun beni?
- Hı…?
- Senle konuşuyorum da sesim ulaşmıyor sana herhalde.
- Kusura bakma not düşüyordum, dalmışım yine.
- Geldik sayılır ama baksana dış girişte askerler duruyor, ordan giremeyiz.
- Nerden giricez peki?
- Gel benle, başka yerden dolanıcaz. Hızlı ol hadi.
- …
– Şş, sesiz yürü.
Solaris’te böyle geçitlerin olduğunu ilk kez görüyordum, doğrusu içimi korkuyla karışık dayanılmaz bir merak duygusu almıştı. Bu sabaha kadar Solaris’i çok iyi bildiğimi düşünürdüm fakat şu an kendimi bir yabancı gibi hissediyordum, zira bildiğimi zannettiğimden çok daha karmaşık bir yapıda olduğunu fark ediyordum gittikçe.
Nasıl olduysa, bir anda fark edildiğimizi anladık, hızlı bir manevra yaparak havalandırma sisteminden başka bir bölmeye geçtik, oradan da labirent gibi bir yere bağlandık. İz sürücü labirenti, evinin odalarında gezer gibi arşınlıyordu sanki. Ben de ardından hızlıca onu takip ediyordum.
En sonunda önümüzde büyük bir kapı belirdi, iz sürücü kapının önünde duraksadı bir an. Eli cebinde sıkıca bir şeyi tutuyordu, iz sürücüyü ilk kez bu kadar kararsız, ne yapacağını bilmez bir halde görmüştüm. Labirenti geçerken de üzerinde garip bir tedirginlik vardı. Yolun nereye çıkacağını biliyor fakat varmak istediği yerden de kaçıyor gibiydi, yol boyu ilerlerken ayakları gerisingeri gitmek istiyordu sanki.
– Niye burada durduk, yolumuzu mu kaybettik?
– Hayır, sessiz ol.
Bir süre civarda dolandıktan sonra tekrar kapının önüne geldik.
– Bu neyin kapısı, niye girmiyoruz?
– … Hikayemin başladığı ve bittiği yerin.
– Anlamadım, nasıl yani?
– Dilek odasına giden koridorun kapısı.
– Bi dakka bi dakka, nasıl oluyor bu; mühürlenmemiş miydi burası?
– Mühürlendi, projeyi bitirmeye yakın, olası bazı ihtimallere karşı alternatif bir giriş eklemiştik. Benle beraber sadece birkaç kişi buranın varlığından haberdardı ama Franco’nun yönetiminde hepsi işkenceden geçti ve anahtarlarına el konuldu.
– Sonra ne oldu?
– Hepsi faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
– Diğer anahtarlar nerde öyleyse?
– Anahtarların hepsi Franco’daydı. Anahtarların onda olduğunu bilen üç beş kişi de faili meçhul cinayetlerle susturuldu çok geçmeden. Franco idam edildiğinde muhtmelen bu kapı ve anahtarlar hakkında kimsenin bilgisi yoktu ve anahtarları Franco her nereye sakladıysa şu anda da orda duruyordur.
– Ee şimdi ne yapıcaz?
Bir süre gözlerimin içine baktı, o da benden bir cevap bekliyor gibiydi. Kısa bir sessizlikten sonra anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Fakat içeri girmedi. Ne yapmaya çalıştığını çözememiştim hâlâ. Fakat o kadar kararsızdı ki bence o da ne yapacağı hakkında net bir fikre sahip değildi.
– Bu kapı her açıldığında ardından çok büyük felaketler yaşadı insanlık. Bu gün… bu gün ya bir büyük felaket daha yaşayacak ya da bu karanlıktan çıkmanın ilk adımı olacak.
- Bunu yapmaya hazır mısın peki?
- Girecek olan ben değilim.
- Nasıl?
- Sen gireceksin.
- Ben mi?
- Ruhuma tedricen hakim olamadığım öyle bir öfke kök saldı ki intikam arzusu benliğimi mesken tutmuş artık. Ben girersem eğer…
– Bana nasıl güveniyorsun peki?
– Bilmiyorum, sadece güvenmek istiyorum, artık başka çarem kalmamıştır belki de, bilmiyorum…
Biz konuşurken duvarın öte tarafından sesler gelmeye başladı, seslerin seviyesi gittikçe artıyordu. O sırada iz sürücü anahtarı elime tutuşturup kapının eşiğine kadar bana eşlik etti. Fazla zamanımız kalmamıştı, o yüzden oyalanmadan içeri girdim, fakat o kadar çok korkuyordum ki bir an geri döndüm, dönmemle iz sürücüyle göz göze gelmem bir oldu. Yalvarırcasına gözlerimin içine bakıyordu, bir insanın böylesine çaresizliğine ilk kez şahit oluyordum. Yüzüne hafifçe gülümsedikten sonra korku, heyecan, merak ve iç içe geçmiş başka bir sürü duyguyla odanın derinliklerine ilerlemeye başladım. İlerledikçe dışarıdaki seslerin yerini sessizlik almaya başlıyordu. Duyduğum son anlamlı cümle iz sürücünün, “Allahım, sana yalvarıyorum bu sefer bize acı ve umutlarımı boşa çıkarma,” yakarışı oldu.
Not: Solaris, iz sürücü ve dilek odası Andrey Tarkovski evreninden ödünç alınmıştır.