Çoktan beri unutulmuş bir ormanda, geyikler, ağaçlar ve kuşların tanrısı bir ruh yaşarmış. Ne zamandan beri burada olduğunu kimse bilmezmiş, ruh, ormanından yaşlıymış. Ormana giren herkes bir masal kahramanı olurmuş; ya tahmin edilemeyecek zenginliklere dolu bir sandık ile dışarı çıkar ve bir gece sonra hepsinin çürümüş ağaç köklerine dönüştüğünü görürler ya da yarı-canavar, cadı veya cin olup akıllarını kaçırırlarmış.
Bu ormanda en çok hayvanlar mutluymuş. Huzur içerisinde hayat döngüleri başlar ve sona erer, dünyaya daha çok yaşam, sevgi ve güzellik katarlarmış varoluşları ile. İşte bu düzeni koruyan ve insanlara türlü oyunlar oynayan ruh, Hul’zailu imiş. İnsanlar ise ona Lesteo’nun dilinde “Geyik Kadın” anlamına gelen Ainnu derlermiş. Bütün ağaçlardan daha uzunmuş boyu, bu yüzden çömelerek yürürmüş. Yüzü, bir maske gibi, geyiklerinki kadar safmış ama vücudu kuş tüyleri ile kaplıymış. Dişi geyik, benekli bir sığırcık, hatta güzel ve yaşlı bir kadın kılığına girebilirmiş. O halinde bile gözleri ormanın derinliklerindeki soğuk, nemli hava gibi buğuluymuş. Baktığı şeyin ötesini görürmüş hep.
Bir gün başka bir müstakbel kahraman ormana girmiş.
Bu genç adamın adı Wylem imiş ve Lesteo’luymuş. Bir gümüşçü ailesinden geliyormuş ancak tutkusu şiirler yazıp söylemekmiş. Çok da güzel söylermiş, bu yüzden Ainnu’nun ruhu onu sevmiş ve onu ormana yöneltmiş; Wylem’i sarmaşıklar kollarından tutmuş ve çiçekleri açmış, kurtlar bile dağdan inip yanında yürümüşler, derine ve daha da derine, ormanın içine doğru.
Burada, bir şelalenin kıyısında Wylem’e insan halinde görünmüş Ainnu. Onu suya çekmiş ve onunla sevişmiş. Göl tahmin edilemeyecek kadar derinmiş, saatler boyunca inmişler dibe. Ancak Wylem boğulmamış ve orada istediği kadar tatlı suyu nefes almış.
Ainnu ve Wylem ormanda kalmışlar. Wylem şiirleri ile memnun etmiş güzel tanrıçayı, bazı insanlara göre buradan yüz yıl ayrılmamış Wylem, ama çıktığında ormana ilk girdiği gün gibi körpeymiş. Evlenmeye söz aldığı köy kızının Lesteo’da onu beklemekten usanınca başka bir adamla bambaşka bir yaşam yaşayıp öldüğünü öğrenince geri girmiş ormana ve bağırmış karşısında çıplak ve ışıl ışık, geyik tanrıçaya;
“O! Büyük büyücü
Neden istiyorsun benim
Sana veremeyeceğimi
Bu ölümlü ruha fazla senin aşkın
Ya benim olursun fani- ve mütevazı
Ya da çocuğumu isterim senden, kanlı canlı.”
Ainnu bunun üzerine karnındaki çocuğu çıkarıp almış, ve ilk birleştikleri geceki gölün dibine bırakmış. Wylem’e dönüp, ona kuş diline garip oturan Lesteo lisanı ile demiş ki;
“Çocuğum senindir. Tek istediğim evimize git bir daha, ve beni hatırla.”
Ve Wylem öyle yapmış. Suya atlamış ve yüzmüş de yüzmüş, yorulmuş, derin bir nefes almış ve suyun içine çığlık atmış, çünkü soluk alamıyormuş. Öyle ki, Tanrıça’nın bir gecelik kendisine atfettiği gücüne hasret, inkâr içinde, bir daha almaya çalışmış nefesini, ancak soğuk yer altı suyu ciğerlerini yakmış. Güzel cildi serinlemiş, şiir akan dudaklarından kan sızmış. Gölün dibinde duran bebeğin yanına düşmüş gevşemiş bedeni. Küçük bebeğin gölün renginde mavi gözleri ile tohum olarak büyümeye başladığı gecedeki gibi ay ışığı renginde bukleleri varmış, babası yavaş yavaş batarken, çocuk etrafındaki balıklara gülümseyip durmuş.
Wylem’i beklemekten sıkılan Ainnu beyaz bir fok balığına dönüşüp bebeğinin yanına inmiş. Yumuşak kollarını ona sarmış ve Wylem’e duyduğu kıskançlıkla yüzleşmiş karanlıkta; bir insandan ne kadar kudretli ve binbir yetenekli bir tanrıça olsa da, sözlerin büyüsünü kullanmada yenilmiş bir insanoğluna. Bu yüzden düşünmüş ve güzel dudaklarını oğlunun alnına, yanaklarına, burnuna değdirmiş ve ona insanlığını geri vermiş. Bebek,suyun yüzüne çıktıktan sonra da kristal mavi gözleri aynı kalmış, ama gümüş saçları koyulaşmış da koyulaşmış, taa ki gecenin, kömürün, kuzgunların kanatlarının rengini alana kadar. Bu çocuk büyüyünce çok güzel şiirler söylemiş, şarkılar, türküler çalmış, hikayeler okumuş. Ormandan dışarı sadece bir kere çıkmış, bir büyücü, bir ozan olarak.
Ve işte, o çocuk benim!