TABLO

Gece boyu nefesini tutmuşçasına derin bir soluk verdi kirli tavana bakarak. Dün verdiği kararı tekrarlıyordu. Yanaklarında bir sıcaklık, neyin alameti olduğunu kavramıştı. Zihni berrak; damarlarında cesaretin verdiği kaynayan kanın devinimiyle soğuktan kurumuş ellerini yüzüne götürüp doğruldu. Emindi ne yapacağından. Kaderi artık onun  vücüduna oranla küçük, naif ellerindeydi,  bunu hissedebiliyordu. Sıcacık yatağından dinç bir şekilde ayağa fırladı ve soğuk, rutubetli evinde rutin işlerini yapmaya başladı. Bu evde doğmuştu, ailesinin beklentisiyse burada da ölmesiydi sanki. Bu köhne, iki oda bir salonda bir sürü anısı vardı. Boyası yer yer atmış ocağa küçük çaydanlığını çay yapmak için yerleştirdi. Yağlı saçlarını geriye hırsla savurduktan sonra yamuk yumuk bir topuz yaptı. Sabahlığının kuşağını daha da sıktı. Deli gibi sigara yakmak istiyordu şu kirli camların gölgesinde. Hüsran saydam duvarlara, sardunyadan  parmaklıklara, halıfleksten prangalara sahipti. Suçu ise sevmekti, en azından o böyle tahmin ediyordu. Annesiyle babası bugün bir huzur içindeydiler, uzun ve kas ağrılı bir gece geçirdiklerini tahmin etti ve midesi bulandı.  Onca fakirliğe ve yoksulluklarına rağmen en son onları ne zaman bu kadar pervasız gördüğünü hatırlamıyordu Hüsran. Onu, o çocukla gördüklerinden beri  Hüsran ev hapsindeydi. Uzun süredir okula gitmiyor, ailesinin hayatını nasıl mahvettiğini nemli gözlerle izliyor ve kendini onlara karşı savunamıyordu. Bağırış, çağırış, dayak, hakaret, küfür, yoluk saç, patlak dudak, mor kollar… Hüsran’ın hayatı bir süredir çok sevdiği babasından maruz kaldığı şiddetle yuvarlanıp gidiyordu.  Çarptırıldığı ev hapsi boyunca Hüsran boş durmadı. Ona bahşedilen bir hayat vardı ve Hüsran kendini kurtalmalıydı. Anne dibi gelmiş vasat platin saçlarını tararken,  baba ise  yıllardır kullanmaktan kılları seyrelmiş  tıraş fırçasını ciddi bir edayla yüzüne sürtüyordu. Hüsran oyunculuk yeteneğine güveniyordu, güvenmeliydi çünkü o gün bugündü. Aylarca emek vermiş, hazırlık yapmıştı bu plan için. Ne kadar zeki olduğunu da bu süreçte anlamıştı. Annesiyle babasının hazırlıkları bitmiş, kapıya doğru yönelmişlerdi.  Hol demeye bin şahit isteyen aralıkta durdular ve kendilerince mutlu aile imajı çizmek için Hüsran’a tatlı sözler sarf etmeye başladılar. Göz devirmemeye çalışan Hüsran, sahte bir gülücük attı ailesine. Zorlama hareketlerini fark etmemeleri için çok çaba sarf etti. Hafiften terlediğini hissetmişti, karnı da sanki biraz biraz ağrıyordu. Annesi bir şeylerden bahsediyordu fakat Hüsran sadece kafa sallayabiliyordu. Gitmelerini istiyordu artık, bitmesini istiyordu bu tutsaklığın. “Gidin!” diye haykırıyordu  içinden. Özgürlüğe bu kadar yakın olmak onu hırçınlaştırmıştı. Ailesi gıcırdayan tahta kapıyı kapatırken o gülümsüyordu. Kapı kapanınca uzun ve yer yer kirli tırnaklarını avcunun içine bastırdığını fark etmişti. Elinin içindeki tırnak izlerine bakıp gülümsedi. Epeydir yapmadığı bir şey yaptı ve üzerine kapıyı kitleyip giderlerken sardunyalı pencereden onlara baktı. Hüsran gibi minyon annesi bir şeyler sezmişti sanki. Kendinden zayıf ve uzun eşinin arkasında tin tin yürürken durup  arkaya, derme çatma evine dönüp hüzünle baktı ve el salladı. Hüsran’ın gözleri dolmuştu. İkisi de biliyordu ki bu el sallayış bir vedaydı. Annesi gözlerini yere sabitledi ve nefes aldı. İlerdeki kaldırımda bekleyen sinirli eşine doğru bir teslimiyetle yürümeye başladı. Biliyordu ki hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı. Hüsran nefret ettiği odasına gitti. Gecekondunun dayandığı eski sura bakan cephesine doğru ilerledi. Babasının yıllar önce çöpten güle oynaya getirdiği büyük gemi tablosuna baktı. Sanki çocukluğu gözlerinin önünden hızla geçmişti, o güzel günleri özlediğini, babasını ise daha  çok özlediğini fark etti. Gölgelendirme tekniği  kullanılmış  tablonun ortasında kocaman bir yırtık vardı. Hırçın dalgalar ressamın  fırçasından akmıştı tabloya. Hüsran gibi hırçın, özgür, zaptedilmez dalgalar…  Tabloyu yavaşça indirdi ve yüzüne inceden bir rüzgar esti. Büyük karanlık delikten ince bir ışık hüzmesi görünüyordu. Son kez rutubetle karışık havayı ciğerlerine çekti Hüsran ve özgürlüğüne doğru adım atmak için küçük bedenini, o küçüklükten beklenmeyecek bir cesaretle, aylardır kazdığı deliğe soktu. Biliyordu ki sevdiğinin ne camdan duvarları vardı ne de sardunyadan parmaklıkları…