Yarın büyük gün. Evlilik yıldönümümüz olduğu için değil. Yüksek ihtimalle son yıldönümü yemeğimize neden olacak konuşmayı yapacağım için büyüyor gün gözümde. Mehmet her ne kadar anlayışlı biri olsa da bu durumu anlayacağını sanmıyorum. Benim bile kendimi anlamam 37 yıl sürdü. Evlenmemiş olsam belki de hâlâ kendimi tanımıyor olacaktım. Son iki yıla kadar gerçekten neyi sevip neyi sevmediğini bile bilmeyen, her defasında parmakla gösterilen yere doğru giden biriydim ne de olsa. Erkeklerle ortak noktalarımın sandığımdan daha fazla olduğunu kabullenmem, görünmezlik pelerinini çıkarmam demekti. Bunu yaptığımda ise artık kendini gören bir kadındım. Kocamsa, onu herhangi bir erkek için terk etmediğim kısmını düşünerek kendini rahatlatacak kadar “erkek” biri. Bu zamana kadar neden çocuk istemediğimin aydınlanmasını yaşadığında, sakin tavrını muhafaza edebileceğinden şüpheliyim. Yıllarca türlü türlü konuşma hazırlayıp, mektuplar yazıp vazgeçtim ama artık bu durumun ikimize de en büyük haksızlık olduğuna, benim için bir aldatmacadan ibaret hale geldiğine kendimi ikna ettim. Sabah kalkıp işe gittiğimde Mehmet’e akşam için mesaj attım.
“Her zamanki yerde ikimiz için yer ayırttım. 8’de görüşürüz.”
Evet. Uzun zamandır konuşmalarım da mesajlarım da bu minvaldeydi onunla. İki yakın arkadaş olarak az biraz mesafemin tabii ki farkındaydı ancak açık açık sormadı hiç. Ona olan sevgim, şefkatim bir an bile değişmediğinden belki de. Akşam karşı karşıya geldiğimizde konuya buradan girmeye karar verdim.
“Canım Mehmet, belki seni sonsuza kadar kaybedeceğim fakat ikimiz için de en iyisi, bu zamana kadar hissedip de görmezden geldiğimiz ‘beni’ uğurlamak.”
Mehmet sadece suratıma baktı ve gözlerinde beliren mesafeli nefreti saklamaya çalışmadı. Ardından konunun burada kapanmayacağını söyleyip kalktı ve gitti. Bunun kolay olmayacağını biliyordum ancak evlenme kararı almam kadar da zor olmayacaktı.