Yaşadığımız bir felaket mi, yoksa yeniden doğuş mu bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, değişim. Her şey çok hızlı oldu. Dışarıdan kalbimizin varlığını hatırlatacak büyüklükte bir ses geldi, görünmesi istenilemeyeni gösterecek bir ışık vurdu ve onlar yok oldu. Kimisi karısını, kızını veya kardeşini dövüyordu. Kimisi hiç tanımadığı birine zarar veriyordu. Biri huzursuzlukla uyuyordu, belki televizyon karşısında birasını yudumluyordu. Ne yapıyorlarsa yapıyorlardı ama artık yoklardı. İlk başlarda onları aramak isteyenler çıktı ortaya, ekipler kuruldu, sonrasında ekipler de onların yokluğunun huzurunu hissetti. Etrafta huzursuzluk çıkaran, sadece tüketen kalmamıştı. Hepsi her şeyi çok biliyordu (?) ve mutlaka o rahatlıklarına düşkünlükle yollarını bulmuşlardır diye düşünüldü. Bazıları yaratıcıya yalvarmaya başladı. Özellikle anneler ve yeni evliler. Anneler ne olursa olsun kabul ediyordu çocuklarını. Sadece oğullarını alma dertlerindeydiler. Yeni evliler ise ilklerin heyecanıyla, o usanmamışlıkla yanlarında istiyorlardı. Her şey zamanla yerli yerine oturdu ve kimse eksikliklerini hissetmez oldu. Genç kızlar, zorba babaları, abileri geri gelecek diye korktu. Sabahlara kadar sokakların tek sahibi olmak onları özgür hissettirdi. Gün kararınca sokakları terk etmemek onlar için bir mucizeydi. Anneler yürekleri ellerinde beklemedi kızlarını, baban soruyor neredesin diye mesajlar atılmaz oldu. Anneler de rahattı, kızları da. İçlerini karartan tek olasılık vardı. Ya geri gelirlerse?
Geri gelmeleri durumunda sistemin bozulmaması için eğitimler başladı. Kadınlar önce evde, sonra kentlerinde kendilerini koruma eğitimleri almaya başladı. Hepsi ekonomik özgürlüğe sahip oldu. Okumak isteyenler el birliğiyle okutuldu. Okullardaki tacizci hocalar tek seferde yok oldular. Giyinilen eteklerin boyutları kendi isteklerine göre belirlendi. İsteyen pantolon, tayt giyindi. Kimse de kızım o biraz dar değil mi, oran buran gözüküyor demedi. O gün kızlar ilk defa okulda özgürce güldü.
Sokaklarda, evlerde rahatça sigara yakıldı. Hafif mi gözükürüm diye kimse korkmadı. Hamile kadınlar, göbeklerini seve seve rahatça hareket ettiler. Gebeliklerini gizlemeye gerek duymadılar. Hamile kadınların da tek korkusu doğurdukları ya onlardan olursaydı. Bilmedikleri, sonradan öğrenecekleri şeyler vardı. Artık onlardan doğmayacaktı bu dünyada. Sadece biz vardık. Kadınlar ve kendilerini kadın gibi hissedenler. Sokakta öldürülmenin korkusu olmadan gezdi kadınlar. Evlerinde huzurla uyudu. Babanın, eşin, abinin ve devletin soğukluğunu ensesinde hissetmeden özgürce hareket ettiler.
Ya geri gelirlerse oldu akıllardaki tek soru. O zaman da böyle güçlü, dayanışma içinde kalabilir miyiz diye konuştular kendi aralarında. Bir kadın çıktı meydanlara, seslendi dünyanın tüm kadınlarına. “Evet sevgili kız kardeşlerim, gelseler tekrardan aynı şekilde, çıksalar karşımıza, biz yine böyle güçlü ve dayanışma içerisinde kalabiliriz. Bir kere öğrendik ve gördük, bize artık unutturamazlar,” dedi. Bir diğer kadın çıktı yanına, elini tuttu ve bağırdı. “Eğer gece karanlıktan korkarsan, bu kenti ateşe veririz!”