Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nin düzenlediği ve hocalığını Aslı Tohumcu ile Suzan Demir’in yaptığı “Genç Okurlar Genç Yazarlar” atölyesinin bu seneki teması: “Aşk İçinde”. Biz de bu çerçevede LGBTQ+ bireyler özelinde kitaplar okuyor, metinler yazıyor, film izleyip yorumluyor ve konumuzla ilgili kişilerle podcastler kaydediyoruz.
Bu ay okuduğumuz kitap, Perihan Mağden’in “İki Genç Kızın Romanı” isimli kitabıydı. Kitabı okuyup üzerine konuştuktan sonra incelemesini yapmak üzere gönüllü oldum. Çünkü bu kitaba bazen çok yakın bazen de çok uzak hissettim okurken. İki genç kızın evinden içeri girdim bu kitapla ve bazı karakterleri yıllardır tanıdığım hissine kapıldım.
Hepimiz bazen birilerinin evine -buradaki evi sembolik olarak kastediyorum- misafir olarak girmek isteriz. Aslında yeterince acıyı sırtlamışızdır hayatımız boyunca ama yine de birilerine -benzer acılara sahip olan veya olmayan- misafir olmak isteriz. Planımız acıları paylaşıp yükü hafifletmektir ancak evden çıktığımızda anlarız ki yükümüz hafiflememekle birlikte başkalarının acılarını da sırtlamıştır.
Kitap bir cesedin, balık tutmaya çıkan iki adam tarafından bulunmasıyla başlıyor. İlk bölümde bu hikâyeye yer verilmesiyle, kafamızda bunun bir yönüyle bir cinayet romanına evrilip evrilmeyeceği sorusu beliriyor ve kitabı okuduğum süreç boyunca cesetleri bulunan kişilerle ilgili birkaç birbirinden bağımsız bölümün daha bulunması, bende bu soru işaretini kitap boyunca taşımaya yardımcı oldu. Bu soru işareti benim için tam olarak cevap bulmadı hatta yazarın ucunu bilerek açık bıraktığı bir soru işareti haline dönüştü.
Kitabın ana karakterleri olan iki genç kızın hayatına giriş yapmam gerekirse, ilk olarak Behiye ile başlamak isterim. Kitabın başında ilk olarak Behiye’nin evine konuk oluyoruz. Behiye’nin evi sadece Behiye’nin evi değilmiş, onun dışında herkesin eviymiş gibi geliyor bana. Çünkü Behiye bıkkın, Behiye’nin mutfaktan gelen en ufak sese bile tahammülü yok, annesine tahammülü yok, gücün tadını askeri rütbesiyle tatmış abisine tahammülü yok, yokluğu ile var olan babasına tahammülü yok Behiye’nin. Neden diye soruyoruz bir bakıma, bu kızı bu denli koparan şey ne hayattan? Çünkü sokakta bile “yerin dibine geçiyor. O geçiyor, herkes yerin üstünde.”
Bu sorunun cevabını biliyoruz aslında, kendisi ile ailesi arasında düşünce olarak, yaşayış olarak farklılıklar olan herkesin zaman zaman içine düştüğü duygu durumudur bu. Ama Behiye’ninki şiddetli. Baş ağrısı gibi. Kitaptaki tekrarlar Behiye’nin baş ağrısının bir temsili gibi. Ama sevmiyoruz Behiye’yi. Sevemedik. Sanki mağdurluğu bile kurtaramıyor onu gibi. Ama Behiye inançlı, Behiye’nin bir KURTULACAKSIN HİSSİ var. İnanıyor Behiye. Kurtulacağına.
Handan’la tanışıyoruz sonrasında. Handan’ın annesi Leman’la. Evleri soğuk geliyor bana. Ev dışında her şey denirmiş gibi. Onların derdi de değil, bir evden beklenilen bütün şeyleri yerine getirmek. Sıcak yemek derdi değil Leman’ın. Olmasın da. Seviyorum Leman’ın evlerini sahte bir ev gibi gösterme çabasının olmayışını. O çok güzel bir kadın. Görüştüğü birkaç zengin adam var. Onları düşünmeli Leman. Çünkü ayın sonları var -her ayın sonunda bir sistem var, insanların kurdukları- borcun varsa ay sonu, kiran varsa ay sonu, alacağın da vereceğin de ay sonu.
Leman ay sonunu çok düşünüyor aslında, güzelliğini, markaların güzel kıyafet ve aksesuarlarını çok düşünüyor. Kızını da çok düşünüyor Leman. Ama çok vakit ayıramıyor ona ve eve. Ay sonları var çünkü. Biliyor Leman. Her ayın bir sonu var. Bir yönüyle de Leman için hiç ayın sonu yokmuş gibi yaşıyor. Öyle sorumsuz.
Handan annesinden kalıplaşmış annelik davranışlarından çoğunu göremiyor. Daha çok abla kardeş ilişkisi gibi onlarınki. Ben öyle hissediyorum. Babası annesiyle ayrılınca annesinde kalan Handan biraz ürkek bir kız. Korkuyor. Çok sevdiği annesine benzemekten korkuyor Handan.
Sonra Behiye ile Handan tanışıyor. Bir kafedeler. Çiğdem Behiye’nin çocukluktan arkadaşı, hem de Handan’ın arkadaşı. Tanıştırıyor Handan’la Behiye’yi. Behiye’nin Handan’ı gördüğü an. KURTULACAKSIN HİSSİ. Behiye’nin kurtuluşu Handan’mış. Beklediği hissin kahramanı Handan’mış.
Birden aradığı hissi bulan Behiye evden kaçıp Handanlar’a yerleşiyor. Başta garipsiyorum. Bir günlük tanışıklığı olan biri hemen böyle yerleşebilir mi başkasının evine? Sonra Leman’ı düşünüyorum. Leman yapar diyorum, kabul eder. İçten içe, sebepsizce. Ama Behiye’ye kızıyorum. Bu denli korkusuzca davranması, sorumsuzca davranması, insanları kendi doğrularının arkasına atması beni kızdırıyor. Girdiği yabancı ortamı bile kendi alanı haline dönüştürmesi kızdırıyor beni. Sonrasında Behiye’nin davranışlarının erilliği… Handan’ı bile, sevdiği kızı bile, eril dili ve davranışları ile bu denli yıpratmasına bazı noktalarda “yeter!” diyorum. Handan’sa korkuyor arkadaşını kaybetmekten. İlk defa gerçek bir arkadaş bulmuş. Korkuyor. Behiye’nin çoğu bencil davranışını bile sırf onu kaybetmemek için onaylıyor.
Handan’ın Behiye’ye olan hisleri arkadaşça, daha çok iki yakın dostun hisleri. Ama Behiye’ninki aşk eminim. Zehirli bir aşk. Hem onu hem Handan’ı yıpratan bir aşk. Handan’ı annesinden bile kıskanan ve korumaya çalışan bir aşk.
Kitap ilerledikçe Leman rahatsız olmaya başlıyor Behiye’nin kızının üzerinden kurmaya çalıştığı etkiden. “Git,” diyor Leman Behiye’ye. Behiye gitmiyor, Handan’dan da güç alıyor. Gitmiyor. Handansız yaşayamaz Behiye. Ama Leman “Git!” dedi bir kere.
Kitabı okumak isteyenler için ben hikaye üzerinden analizimi bu noktada bırakmak istiyorum. Biraz da kitabın anlatım biçimi hakkında birkaç cümle kurmak istiyorum. Ben hikayenin anlatılış biçimini beğendim ancak bazı cümlelerin çok fazla tekrar edilmesi bir yerde okuyucu olarak beni bunalttı. Yine kitapta karakterlerin birbirleri için kullandıkları sıfatlar -eğer aralarındaki samimiyeti göstermek için kullanıldıysa- bana çok yapay geldi. Bu kadar sert bir kişiliği olan Behiye’nin Handan için kullandığı sıfatları sanki Behiye sırtlayamamıştı. Üzerinde eğreti duruyordu.
Handan’ı kötülüklerden korumak için Behiye’nin aldığı bisturinin, kitap içerisindeki varlığı beğendiğim noktalardan oldu.
En çok beğendiğim nokta ise Leman karakterinin kitaptaki sahnelerde anlatılış biçimi oldu. Terazi kadını olan Leman’ın bazı fütursuzca davranışlarını burcuna bağlaması çok sevdiğim ve çok gerçekçi bulduğum bölümlerden oldu. Davranışlarını en doğal bulduğum ve sanki kitabı okurken karşımda oturuyormuş -veya her ne yapıyorsa doğrudan şahit oluyormuşum- hissini Leman karakterinde aldım.
Kitap için söylemek istediklerim bu kadardı. Okumak isteyen herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çünkü yazar daha en başında bizde, o evlere misafir olarak girme isteğini çok iyi oluşturuyor. Kendi hayatımızda da çok yakından tanıdığımız kişilere karşı ilk aşamadaki o tanışıklığı iyi bir biçimde sunuyor bence. Kitabın sonunda da Behiye’nin bazı şeylerin farkına varıyor olmasından mutluluk duyuyoruz. En azından ben duydum. Okumak isteyen veya okuyacak olan herkese şimdiden keyifli okumalar!