Herkes kendi sonunu getirdi. Bu sonun içinde yanıp sönüyorsun. Uzun bir süre sonra bitmiş oluyorsun. Kendi başıma kalma isteği başlı başına bir zehir benim için. Korkunun yönettiği bir toplumda sevgin yavaş yavaş kine dönüşüyor.
Bana bakıp, “Ne diyorsun ya?” diyor yoğun bakım ünitesi biplerken sakin sakin. Susuyorum. Ardından da, “Yok bir şey,” diyorum.
“Bana snickers alsana karşıdaki otomattan,” diyor. Ben ayağa kalkana kadar yine komaya girmiş. Yerime oturuyorum. O uyanıp uyuyakala kala herhalde sadece birkaç saattir burada olduğumuzu sanıyor. Oysa ki kazadan bu yana on yıl geçti.
Ona olanları nasıl anlatacağımı dert ediyordum başlarda. Şimdi umurumda değil. Umudumu kaybetmek bu galiba. Uyanıyor, ne diyorsun ya diye kızıyor, snickers istiyor ve ben tam kalkarken tekrar aynı karanlığa gömülüyor. Ben ise buraya onun için geldiğimi bile unutuyorum artık. Cihazların sesi iyice beynimi uyuşturuyor. Her seferinde daha hızlı dalıyorum tek başınalık haline.
Onun artık eskisi gibi olmayacağını kabullenmem gerek. Hem kendime hem de ona haksızlık etmiş olacağım yoksa. O ünitede uyurken hastanenin düzeni yenilendi, adı değişti, modern otomatlar yerleştirildi ve snickers fiyatları arttı. Fiyatından haberi olsa ödü kopar, tekrar uyanamazdı.