Aşağıda, belli bir düzene boyun eğilen, itaat edilen sisteme başkaldırmış, anarşizm denilen siyah bayrağa kendimi yavaşça bırakmaya başlamıştım. İdeolojik terimlerden nefret ederdim. Yunus gitmişti. Buraya çıktığımda olduğum gibi, yine tek ve yalnızdım. Sıkı sıkıya sarıldığım ağacımın bana kol kanat germesi, dallarının beni suni ve doğal felaketlerden koruması dışında zihnimle baş başaydım. Artık parktan gelen seslere sağır olan kulağımdan dudağım da pay almış, lâl kesilmişti. Günlerdir nasıl göründüğümü hiç merak etmiyordum. Midemde ince bir sızı, leylek yuvasında gerilerek yatıyordum. Hiç kimse izlemiyormuşçasına yaşamak insanı münzeviyane bir hayata sürüklüyordu. Dilime pelesenk olan babaannemin bu kelimeleri, her aklıma gelişinde tebessüm ediyordum. Yunus gitmişti.
Ülkemizin bacasından zihnime doğru gri, genzimi yakan bir duman yükseliyordu. Ilıman bir karayel, Ankara’dan getirdiği tüm çığlıkları içinde barındırarak dallarımın arasından esiyor, vücudumu okşadıkça havaya garip bir uğultu bırakıyordu. Cevizler olmaya başlıyordu. Yunus gitmişti. Otel tüm rutubeti ile iş yapmaya devam ediyordu. Ölümler, spikerlerin ağzından başka hiçbir ağızdan duyulmuyordu. İnsanlık sessizliğe gömülmüştü. Tiz bir nağmeyi içeren bu sessizlik gün geçtikçe içime nakış nakış işliyordu. Ağacın yukarısında, ellerimi göğe kaldırıp gülümsüyordum. Özgür olmamak, olamamak böyle bir şeydi. Elini uzatınca göğe dokunamamak içimdeki hüzne hüzün katıyor, varlığımı dayanılmaz bir hafifliğe sürüklüyordu. Yunus gitmişti. Parkta, havada kendiliğinden uçuşan bir gazete kupürü, bazı ölümler için çok yetersizdi. Haksızlık kelimelere kadar işlemiş, insanların parmak uçlarından dünyaya düşüvermişti. Ölümler, hiçbir zaman tek bir paragraf olmayı hak etmezdi.
Yunus gitmişti. Pembe gitmişti. Derin gitmişti. Ailem gitmişti. Ülkem gitmişti. Gençliğim bir kuş olup uçmuş, özgürlüğüne kavuşmasına ramak kalmışken acımasız bir avcı tarafından vurulmuştu. Medeniyet denilen uyuşturucu betonların boy gösterdiği, göğün yapaylaştırıldığı her sokağın damarına yavaşça enjekte edilmişti. İnsanlıktan uzak bir yerde, doğanın kalbine tutunmuş, ergenliğimin verdiği farkındalığın doruklarını yaşıyordum. Ergen olmayı küçümseyen kesime karşı keskin bir nefret taşıyordum. Bu kesim, farkındalığın doğuşunu bastırmak isteyen, küçümseyerek öz güveni yıkan bir topluluktu. Bir şeylerin değişebileceği korkusu insanların boğazına kadar geldiği için, onlar bunu tıbbi bir terim ile noktalandırıyordu. Buluğ çağı kişinin devrimiydi.
Yunus gitmişti. Hikâyemde oldukça yer kapladıktan sonra gitmişti. Satırlarıma birer yama olan her insan gibi dikişlerini söküp atmıştı kendini cümlelerimden. İçinde olduğum ve eskiden olsa bin bir küfür ile tasvir edeceğim bu ana dek daima düşünmüştüm. Hayatım düşünerek geçmişti. Düşünce beynimin kıvrımlarından ruhuma doğru bir spiral oluşturuyor ve boğazımı her seferinde biraz daha fazla sıkmaya başlıyordu. Burnumun ucuna takınan bir deniz kokusu göz kapaklarımı ağırlaştırmış birbirleri ile buluşturmuştu. Aklıma babaannemin halama hediye ettiği Neşeli Kadınların Deniz Sefası tablosu gelmişti. Bir sarhoş gibi gülümsüyordum. Yunus gitmişti.
Sahi kaç hafta olmuştu buraya çıkalı? Bunun sırası mıydı şimdi? Peki, neydi şimdinin sırası?
Ay ışığı gözümde yaldızlar çizerken fark etmiştim gecenin serzenişlerini. Ağustos böcekleri çıtır çıtır öterken park tenhalaşmıştı. Kırmızı perlon ipim karanlıkta rengini yitirmişti. Ilık bir rüzgar ile sarhoş olan bedenimi kaldırmış aklıma esen bir düşünce ile hareket etmeye başlamıştım. Yunus gitmişti, perlon ipimin rengi neden gitmeyecekti?
Hayat benden kaçıyordu. Uçurumun kenarına tutunmak ellerimi acıtıyordu. Yarınımı merak etmiyordum, bu cesareti bana yaşam veriyordu. Sahi yaşam neydi? Bunun da sırası şu an değildi. Şu an sırası olan tek şey vardı. Eskiden Pembe ile Derin’le konuştuğumuz ciddi olmayan bir muhabbeti son kez hatırlayarak ipimi olması gereken yere bağladım. Yarın parka gelecek olan insanların gözlerine şölen olacak, adli tıpın “ergenlik sendromu” olarak yazacağı anı ben “gençliğin ölümü, denizin ufku” olarak adlandıracaktım. Düşünceler aklımdan, ip boynumdan geçerken boşluğa doğru gülümsedim. Dallar birbirine çarptı, bir martı uzaktan en naif çığlığını atarak inzivaya çekildi. Vapur sesleri kesildi, korna sesleri azaldı. Dünya sesini kıstı. Vakit özgürlük vaktiydi. Bu ülkede fikir yalnızca ölü bir bedende değer görürdü. Her şey buna değerdi. Ay ortalıktan çekildi. Yunus gitmişti. Sıra, bendeydi.