Elimdeki poşetlerin ağırlığından kollarımın kesildiğini, burnumun aktığını, suratımın soğuktan donduğunu hissediyordum. Beceriksizce kapıyı açarken hareket sensörlü lambanın kendini sadece beş saniyeliğine göstermesine bir küfür savurdum. İçerideki sıcak hava yüzüme vurdu ve yüzümü rahatlattı. Sokak lambasının ışığı evin içindeki minimal mobilyalara yansıyor ve evi daha sevimli gösteriyordu. İçerideki yoğun vanilya kokusunun nereden geldiğini anlamaya çalışırken, sehpanın üstünde, külleri saçılmış tütsüyü fark ettim. Atkı tüyüyle kaplanmış paltomu çıkarırken telesekreterin mesaj olduğunu belirten ısrarlı ışığını görünce, düğmeye bastım.
İndirimden alınmış tatilin tarihini belirlemek için acentadan arayan kızın sesini dinlerken market poşetinden turşuyu, silikon tabancasını , kedi mamasını ve plastik çatalı çıkarıp tezgâha dizdim. Mamayı bir kaba koyup kediyi “pisi pisi” seslenmeleri eşliğinde çağırdım fakat herhangi bir hareketlilik fark etmedim. Aniden bedenime bir yalnızlık hissi vurdu. Daha önce içimde olduğunu fark etmediğim boşluk, beni kendine doğru çekmeye başlamıştı sanki. Hissettiğim tek şey korkuydu. Ben korkumu anlamlandırmaya çalışırken telefon ikinci mesaja geçti.
Yüksek sesli “bip”ten sonra tok bir erkek sesi evi doldurdu. Eve geç geleceğini söyleyip alelacele bitirdi mesajını. Elimde kedi maması, telefonun başında duruyordum. Kafamı kaldırıp şampanya rengine boyanmış duvarda asılı fotoğrafıma baktım. Gülümsüyordum. Gülümsüyorduk, bir adamla birlikte. İçimdeki boşluk derinleşirken telesekreterden son bir “bip” sesi duyuldu.
Mesajın başlamasıyla kulaklarımın uğuldaması bir oldu. Şu an bu saçma makineden çıkan ses bana aitti. Koltuğa oturup sakince aklımı toparlamaya çalıştım. Ben bu mesajı ne zaman kaydetmiştim. Telaşlı sesim, o evden ayrılmamı, o adamdan uzak durmamı, onun bana zarar verdiğini tekrar tekrar anlatıyordu. Sanki şu an beni görebiliyormuş gibi bana sakin olmamı söylerken, nefesimin daraldığını hissediyordum. Derin nefes, içimdeki boşluk, korku… Duvarlar yavaş yavaş yaklaştı ve beni sıkıştırmaya başladı. Hatırlamıyordum. Hatırlayamıyordum işte. Burada ne işim vardı, fotoğraftaki adam kimdi, şu an kimin evindeydim, buraya nasıl geldim, bilmiyordum.
Konuşmaya devam eden telesekreterdeki ben, kağıt kalem almamı söyledi ve numaraları art arda sıraladı. Korkudan titreyen ellerimle, dağınık bir şekilde, söylediği numaraları yazdım. Diğer ben mutluydu çünkü bir şeylerin farkındaydı. Dediğine göre babamın izini bulmuştu. Telefonu kapatmadan, bunları saat beşte öğrendiğini bana aktardı ve telefon hatlarının çöplüğünde sonsuza kadar kayboldu.
Puslu aklımdan bilgi almak için kendimi çok zorladım. O ise bana yarım saat önce nerde olduğumu bile söylemedi. Başka bir korku atağı vücudumu ele geçirdiğinde titreyerek odam olduğunu tahmin ettiğim yere girip tanıdık gelen eşyaları toparlamaya başladım. Bana itaat etmeyen aklıma küfrederken kapının açıldığını duydum.