Kıraathane’deki Genç Yazarlar Genç Okurlar Programı kapsamında “babamın nasıl öldüğünü öğrendiğim gün, onun öldüğünü öğrendiğim günden daha acıydı.” cümlesini; herkes kısa bir paragraf yazacak ve birbirimize verecek şekilde devam ettirmemiz istendi. Ortaya kısa ve olabildiğince bütün bir öykü çıktı.
Babamın nasıl öldüğünü öğrendiğim gün, onun öldüğünü öğrendiğim günden daha acıydı. Öğrenmek zorunda mıydım, isteyip istemediğim sorulmuş muydu… “Aşağı caddede araba çarpmamış mıydı ona?” aşırı normal bir olaymış gibi kurulan bu cümle artık hayatımın mukadder gerçeği haline gelmişti.
Yuvamı kaybetmiştim. Babama çarpan arabanın modeli, dönemi, denk gelişi… hani kalp kirizydi? Bildiğimi sandığım tüm gerçekler göğsümde toplanmıştı.
Kulağımdaki uğultu kesildiğinde, sokağın ortasında, Işıl’ın okul çantasıyla öylece durduğumu fark ettim. Hangi sokakta olduğumu anlamaya çalışırken arkamdan yükselen keskin korna sesiyle hızla kendimi kaldırıma attım.
Bacaklarımdaki tüm gücün çekildiğini hissetmemle kaldırımın kenarına çökmem bir oldu. Ardından hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Gözlerimden yaşlar akmıyordu, akamıyordu. Yüzüm dümdüz, hiçbir ifade yok. Hüngür hüngür ağlayan şey kalbimdi. Sessiz çığlıklar atan ise bedenim.
Ne denli bir çığlık sarmışsa bedenimi, bir anda herkes başıma toplanmıştı. Ne olduğunu, o noktaya nasıl geldiğimi anlamadan “HANGİNİZ ÖLDÜRDÜNÜZ ONU?” diye bağırmaya başladım.
Halbuki birinin öldürdüğüne dair kafamda bir şey bile kurmamıştım. Sadece içimdeki o şeyi atmak için bir anda öyle bağırma ihtiyacı hissetmiştim.
Ne olduğunu anlayamadığım o günden sonray hemen ertesi gün evden çıktım. Sokaklar, evler, arabalar ifadesizdi. Arkamdan “dün aşağı caddede bağıran kadın bu değil miydi?” boğuk tınısını duymak zorunda kaldım. Her şey bundan ibaretti değil mi? Var olan gerçeklerden, yorum yaparak beslenmek.